18 Haziran 2010 Cuma

SUYA DÖNÜŞEMEYEN BULUT

I. BÖLÜM
Bir yaz günüydü. Ve bu yaz eski yıllardan çok daha sıcak geçiyordu. Kitle iletişim araçlarında sık sık küresel ısınma ile ilgili haberler çıkıyor,yetkililer su tasarrufu konusunda halkı uyarıyorlardı. Son zamanlarda şehirde su kesintileri de başlamış, musluklardan akan suyun da berraklığı gitmişti.
Küresel ısınmanın ne anlama geldiğini artık herkes gibi Sude de biliyordu.Okulda bununla ilgili bir kompozisyon yazmıştı da öğretmen çok beğenerek yazısını panoya asmıştı... Küresel ısınma susuzluk demekti, açlık demekti... Doğal afetler, salgın hastalıklar oluşur, bu yüzden de savaşlar çıkabilirdi. Çevresinden ve basından öğrendiği bu bilgiler Sude'yi çok etkilemiş, o kompozisyonunu da bu nedenle yazmıştı.
Sude dördüncü sınıfa gidiyordu...
( Devam... )
... Çevreye, doğaya ve tüm canlılara karşı çok duyarlı bir çocuktu. Diğer arkadaşları gibi fazla koşup oynayamadığından derslerden arda kalan zamanının çoğunu kitap okuyarak, bunlar üzerine düşünerek ve yazarak geçiriyordu.
Sude'nin fazla koşturamamasının nedeni hastalığıydı. Aslında o da arkadaşlarıyla koşar oynardı ama ya düşerse! Düşer de bir yeri kanarsa, bu onun için çok tehlikeli olabilirdi. Çünkü kanı yeterince pıhtılaşmıyordu ve bu durumda çok kan kaybedebilirdi...
Çocuklar gülüp oynamalı. Koşmalı, düşmeli, kalkmalı... İnsanın çocukluğunu yaşaması da bu olmalı! Annesi de böyle düşündüğü için olmalı, Sude'yi okulun masa tenisi takımına yazdırmıştı. Sude kısa zamanda iyi bir tenis oyuncusu olmuş; hatta katıldığı turnuvada takım arkadaşları İrem, Gülşah ve Sena ile il sekizincisi olma başarısını dahi göstermişlerdi. Üstelik spora başladığından beri sağlığı da mucizevi bir şekilde iyileşmeye başlamıştı. Doktoru da bunu teyid ediyordu. Fakat annesi yine de onun, bu iyileşme sürecinde riskli hareketler yapmasını istemiyordu.

II. BÖLÜM
Son günlerde uzmanlar aşırı sıcaklar geçene kadar, gerekmedikçe sokağa çıkılmaması, güneş altında fazla durulmaması konusunda uyarılar yapıyorlardı. Buna rağmen Sude ısrarla annesine yalvarıyordu:
- Anneciğim, lütfen! Bakar mısın, herkes ne güzel sularla oynuyor. İzin ver, ben de gölün kenarına gideyim. Hem söz veriyorum, sadece elimi değdireceğim suya.
Annesi kızını üzmek istemiyordu ama onun bu yakıcı güneşin altına çıkmasını da istemiyordu. Baraj gölünün bu haliyle bir tehlikesi olamazdı. Zaten kurumuş, küçücük bir su birikintisine dönüşmüştü. Gölün zemini de yakıcı güneşin etkisiyle adeta taşlaşmıştı.
Sude, anne ve babası bu baraj gölünün kenarına pikniğe gelmişlerdi.
Okullar tatil olunca amcasının köyüne tatile gideceklerdi. Fakat babasının işlerinin yoğunluğundan dolayı bu tatil planı bozulmuş ve şehirde kalmışlardı. O yüzden her hafta sonu pikniğe giderek şehrin sıcağı, gürültüsü ve yoğunluğundan kaçmaya çalışıyorlardı.
Sude'nin ısrarları sürünce annesi dayanamayarak ona izin vermek zorunda kaldı. Geniş hasır şapkasını başına takarak coşkuyla göl kenarına gitmeye hazırlanan Sude'yi, annesi elinden tutarak son bir kez uyardı:
( Devam )
- Kızım dikkat et, koşmadan git. Suyun yakınları bataklık halinde olabilir. Taşların üzerine basmaya özen göster...
Nasihatler özellikle de çocuklara sıkıcı gelir. Fakat Sude annesinin bu tür uyarılarından hiç sıkılmaz, bunları kendi için kaygılandığından söylediğini bilirdi. Annesine, merak etmemesini söyledi. Öğle yemeği için açıklık bir alanda mangal yakmaya çalışan babasına da el sallayıp göle doğru yürümeye başladı.
Temkinli adımlarla kurumuş otların, yosunların arasından geçerek; gölün bir zamanlar su dolu yüzeyine indi. Kayalık ve kumluk kısımları hariç, gölün zemini çatlak çatlak olmuştu. Her taraf su canlılarının kalıntılarıyla doluydu. Havadaki hoş olmayan kokunun sebebi de bunlardı demekki! "Zavallılar! Susuzluğun ilk kurbanları olmuşlar" diye düşündü Sude. Ormanda yaşayan canlılar için orman yangınları nasıl bir felaketse, su dünyasının canlıları için de kuraklığın aynı korkunçlukta olduğunu farketti. Sevinci, heyecanı garip bir hüzne dönüştü birden. Ağır adımlarla, artık ufacık kalmış göl sularına doğru ilerlemeye devam etti.
Suyun kenarı çok kalabalıktı. Kendisi gibi ailesiyle pikniğe gelmiş pek çok çocuk ayaklarını suya sokmuş, sularla oynayıp serinliyorlardı. Sude suya fazla yaklaşmadan bir süre onları seyretti. Bu kadar kalabalığın içinde kimseye birşey olmuyordu. Su zaten çok sığdı ve kenarlarında bataklık da yoktu anlaşılan...
Cesareti artan Sude kalabalığın arasına dalarak suya ulaştı. Bir avuç su almak için eğilirken suyun içindeki çocuklar dikkatini çekti. Bir kaç çocuk gölün ortalarına doğru ilerleyip bellerine kadar suya girmişlerdi. Bu, Sude'yi endişelendirmişti. Tanımasa da kimselerin başına kötü birşeyin gelmesini istemezdi. Aniden telaşla bağırmaya başladı:
- Hey siz, çıkın ordan. Oralarda bataklık olabilir!..
O gürültülü kalabalığın içinde çocuklar onu duymamıştı. Zaten duysalar da Sude'yi dinleyip dönerler miydi acaba?
Kalabalıktan bazıları, bağırmakta olan Sude'ye bakmaya başlayınca, o da utanarak başını yere eğdi. Bu arada, kendi yaşlarındaki bir kız çocuğunun yanına geldiğini farkeden Sude şaşırmıştı. Kız gülümseyerek:
- O bağırdığın çocuklardan biri benim kardeşim. Ben de gitmesin diye ne kadar söyledim, çıksın diye ne kadar bağırdım ama beni dinlemedi. Senin seslenmeni duydu mu bilmem ama duysa da dinlemezdi zaten.
Sude kızın bunları ne amaçla söylediğini anlayamayarak özür diledi. Kız minnetle Sude'ye sarılarak:
- Hayır, hayır lütfen; ne özürü! Ben sana teşekkür etmek için geldim. Tanımadığın halde kardeşim için kaygılandın ve onu çağırdın. Teşekkür ederim; sen çok iyi kalpli birisin.
Sude rahatlamıştı. Kendine sarılan tanımadığı bu kıza da sıcaklık duymuştu. İki kız tanışarak sohbet etmeye başladılar. Kızın Adı Aleyna'ydı.
 ( Devam )
Sude ve Aleyna bir anda, gölün ortalarına gitmiş çocukları unutup sohbete daldılar. Aleyna da dördüncü sınıfa gidiyormuş ve kendininki gibi onun da karnesi çok iyiymiş. O da ailesiyle her fırsatta bu baraj gölüne pikniğe gelir, hatta balık bile tutarlarmış.
"Malesef o zavallı balıkların yaşayabilecekleri bir göl de kalmamış ki burada!" diye söylenirken aniden aklına, annesine verdiği söz gelen Sude:
- Afedersin, benim zamanım doldu. Anneme çabuk döneceğime dair söz vermiştim; gitmem gerek. Ama önce, birlikte senin kardeşini sudan çıkaralım.
Aleyna aniden telaşlanıverdi. "Ben kardeşimi unutmuştum!" diyerek su kenarına koştu. Sude de onun yanına geldi ve birlikte bağırmaya başladılar.
Defalarca bağıran iki kız sonunda seslerini duyurabilmişlerdi. Bir süre itiraz etseler de Aleyna'nın kardeşi ve yanındaki arkadaşları sonunda ikna olarak kıyıya doğru gelmeye başladılar. Çocuklar sudan çıkarak yanlarına geldiklerinde iki kız onları azarladı. Yaptıkları şeyin ne kadar yanlış ve tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştılar.
Aileleri muhtemelen yemekleri hazırlamış ve onları bekliyorlardı. Bunu düşünen üç çocuk, diğerlerinden ayrılarak piknik yerine doğru yürümeye başlamıştı. Henüz bir kaç adım atmışlardı ki Sude "Ya ben elimi bile suya değdiremedim. Hiç olmazsa avucuma bir parça su alayım" diyerek yeniden göle doğru koşmaya başladı.
Gerçekten de Sude buraya biraz sularla oynayıp serinlemeye gelmişti ama Aleyna'nın kardeşiyle ilgilenmekten suya dokunamamıştı bile.

III. BÖLÜM
Etrafındakiler farketmeseler de yakıcı güneş altında gölün suları sürekli buharlaşıyor; sular azalmaya, göl küçülmeye devam ediyordu.
Göldeki sayısız su damlasından biri olan Damla da sırasını bekliyordu.

( Devamı ) 28/04/2010

...Buharlaşıp gökyüzüne çıkmak, havada günlerce dolaşıp Dünya'yı oralardan seyretmek, sonra da tekrar yeryüzüne inmek harika birşeydi. Bunu defalarca yapmıştı ve bu harika su döngüsüne katılmayı çok seviyordu.
Damla uzun süredir gölde; daha önce buharlaşarak gökyüzüne giden arkadaşlarının dönmesini beklemiş ama artık sıkılmıştı. Gökyüzündeki arkadaşları bulutlar halinde, zaman zaman üzerlerinden geçip ona selam veriyorlar, sonra da kayboluyorlardı. Çoktandır yağmur olup da inmelerini beklemişti. Fakat onların geleceği yoktu. Uzun süredir bir türlü yağmur yağmıyordu ve bu durumda onlar da gelemiyordu.
Göldeki arkadaşları da hergün gruplar halinde buharlaşıp ayrılıyor, gökyüzüne çıkmaya devam ediyorlardı. Tanıdığı tüm su damlaları bulutlara karışmıştı ve artık bu gölde kendini çok yalnız hissetmeye başlamıştı.
Son günlerde göldeki yaşantısından çok sıkılmaya başlayan Damla, gökyüzüne çıkmaya karar vermiş; yüzeye çıkarak kıyıya gelmişti. Burada Güneş'in sıcaklığını iyice hissetmeye başlayan Damla, her an göğe yükselmenin heyecanıyla bekliyordu.
Damla aniden büyük bir çalkantının içinde kalarak yükselmeye başladı. Fakat bu, buharlaşarak yükselmeye hiç benzemiyordu. Korkuyla kaçmak istedi ama bir grup su damlasıyla gölden çıkarılıp havaya kaldırılmışlardı.
Buharlaşıp gökyüzüne çıkmayı beklerken neydi bu başına gelen! Neler olduğunu anlayamıyordu ve korku içindeydi! Evet havadaydı ama hala su halindeydi. Buharlaşamamış, hafifleyememişti. Hem o kadar da havalarda değildi. Yerden sadece biraz yüksekteydi. Üstelik çok da çalkalanıyor, sallanıyorlardı...

IV. BÖLÜM
Sude göl kenarından bir avuç su almış, Aleyna'yla kardeşinin yanına gelmişti.
...Birlikte piknik yerine doğru yürümeye başladılar. Aleyna merakla sordu:
- Sudecim, neden o suyu avucunda taşıyorsun? Yüzüne çarp da serinlesene!
Sude şefkat dolu bir sesle ona cevap verdi:
- Sıcacık ve pırıl pırıl bir su; kıyamıyorum! Bu suyu anneme götüreceğim.
Aleyna ve kardeşi şaşırmışlardı. Aleyna; "Fakat bu suyu oraya kadar götüremezsin ki Sudecim. Su avucundan sızar, buharlaşır, annene gidene kadar hiç kalmaz" dedi.
Sude kararlıydı. "Olsun!" dedi. "Bir damlası da kalsa onu anneciğime götüreceğim."
Sude'nin avuçlarındaki suda bir o yana, bir bu yana çalkalanmakta olan Damla konuşmaları duyunca neler olduğunu anlamıştı. Ve de böyle duygusal bir kız çocuğunun avucunda taşınmak da hoşuna gitmişti. Üstelik kızın adı da çok hoştu: Sude! "Herhalde bizleri çok seviyor" diye düşündü. Çünkü hem adı "su" gibi birşeydi ve hem de avuçlarında çok değerli birşey varmış gibi taşıyordu kendilerini.
Damla içinde bulunduğu durumu ve korkularını unutmuş, hayran hayran Sude'nin yüzüne bakıyordu. "Su gibi temiz, güzel, pırıl pırıl bir yüzü var. Ve eminim ki yüreği de yüzü gibi tertemiz ve iyiliklerle doludur." dedi kendi kendine.
Damla aniden avuçtaki su damlalarının çok azaldığını farketti. Bir anlık unuttuğu korkularıyla yeniden sarsılmaya başladı. Sude'nin saçlarının gölgesinde kalmaktan buharlaşamıyorlardı. Fakat parmak aralarından sızarak sürekli yerlere dökülüyorlardı. Bu, şu an için hiç de istemediği bir şeydi. Sude'nin avuçlarında olmak çok hoşuna gitmişti. Bu kıza içi ısınmıştı ve onu çok sevmişti. Ama yere düşerse bu onun için çok kötü olacaktı. Çünkü o zaman belki de mevsimler boyu gökyüzüne çıkamayacak, arkadaşlarını göremeyecekti.
Damla, yere düşen suyun macerasını biliyordu. Çünkü daha önce çok kereler başına gelmişti. Sude'nin avuçlarında çalkalanırken bir an kendinden geçerek hatıralara daldı...
Bir bahar günü küçük, beyaz bir bulut olarak gökyüzünde gezerken hava aniden soğumuştu. Yoğuşup bir su damlası haline gelen Damla, toprağa ilk değenlerden olduğu için toprak tarafından hemen emilmiş, derinlere çekilmişti. O karanlıkta, korku içinde ne yapacağını bilemezken aniden birşey kendini içine almıştı. Damla bunun bir bitki kökü olduğunu sonradan öğrenmişti.
Kök onu yukarı çekmiş, geniş bir gövdeye getirmişti. Burada çok uzun süre ve çok yavaş bir yolculuk yapmıştı Damla. Sonra kökten ayrılıp bir dalda sürmüştü yolculuğu. Daha sonra ise ince bir kanala girmiş, uzun süre de orada kalmıştı. Damla ancak günler sonra geniş bir yaprağa çıktığında yineden görebilmişti gökyüzünü. Üstelik uzun süre sonra ilk defa hissetmişti o gün güneşin sıcaklığını. Güneş onu ısıtıp da buharlaştırdığında kurtulabilmişti ancak o ağaçtan. Fakat gökyüzüne yükselirken ağaca baktığında gurur duymuştu yaptığından. Ağaç rengarenk yapraklar ve meyvelerle doluydu. Yaprakları ve meyveleriyle, doğadaki diğer canlılara besinler üretmişti. Ve ağacın yaptığı tüm bu harika üretimde kendinin de büyük payı, emeği vardı! Çektiği bütün sıkıntılara değmişti gördüğü bu manzara. Damla o gün, doğaya hayat vermiş olmanın hazzıyla yükselmişti bulutlara...
Toprağa karışmak, orada bitkilere can vermek, onların yaşamasına ve başka canlılar için besin üretmelerine katkıda bulunmak çok güzeldi aslında. Ama şimdi bir an önce gökyüzüne çıkmak, orada arkadaşlarıyla birlikte gezmek istiyordu.
Damla nasıl olduysa bir anda bunları düşünebilmişti. Aslında hiç bir şey düşünecek zamanı yoktu. Sürekli çalkalanıyor ve azalıyorlardı. Düşmemek için avucuna sıkıca sarılıp Sude'ye bağırmaya, yalvarmaya başladı:
- Lütfen beni yere düşürme! Buharlaşıp gökyüzüne çıkmak, orada bulut olmak istiyorum...
Damla defalarca bu sözü tekrarladı. Fakat bu kız onu duyabilir miydi, anlayabilir miydi ki! "Adı su'dan geliyor. Belki de beni duyar, söylediklerimi anlayabilir" diye umut etti. Bu ümitle Sude'ye seslenmeyi sürdürdü:

( Devamı ) 30/04/2010 --
- Sen çok iyi bir kızsın. Bak, adını da bizden almışsın. Beni sakın bırakma. Seni çok sevdim, sen de benim buharlaşmama yardım et. Gökyüzüne çıkıp bir bulut olmak, oradan seni doyasıya seyretmek istiyorum. Sonra bir gün yağmur olur saçlarına yağarım. Beni yine alırsın avuçlarına!..
Sude bu minik damlanın seslenişini duyamadı. Arkadaşları yanından ayrılmış, kendi de piknik yaptıkları yere yaklaşmıştı. Avuçlarında taşıdığı suya baktı. Hepsi parmaklarının arasından akıp gitmişti. Yalnız bir damla duruyordu parmağının üstünde. Hala bir damla suyu olduğuna sevindi. Onu bir mücevher gibi sıkı sıkıya saklayıp yürümeye devam etti. O son damlayı da düşürmemek için çok dikkatli hareket ediyordu...
İnsanlar sadece kulaklarıyla duymaz ki! Bazen içimizden bir ses bize birşeyler söyler. İyiliğin, güzelliğin, saflığın sesidir bu. Yüreğinin sesini dinlemeli o zaman insan! O ses belki bir minik serçenin bize anlatmak istedikleridir. Belki bir sokak kedisinin; belki yaralı, bizden yardım bekleyen bir güvercinin seslenişidir. Belki bir yavrunun sevgimize sığınma isteği... Ve belki de susuz kalan bir bitkinin ya da musluktan boşuna akıttığımız bir su damlasının haykırışıdır!..
Sude de kalbiyle duymuştu galiba Damlacığın seslenişini. Ve yüreğinin sesini dinledi; o damlayı çok sevdi. Onu korumak, kollamak için sıkı sıkıya kapadı avuçlarını.
Piknik yerine geldiğinde Sofra hazırlanmıştı. Annesi:
- Aferim kızım, tam zamanında geldin. Biz de sofrayı henüz hazırlamıştık. Haydi gel, elini yıka da yemeğe oturalım, dedi.
Sude şimdi ellerini yıkayamazdı. Avucunu açarak o minik su damlasını annesine gösterdi:
- Anneciğim bak gölden sana ne getirdim!
Annesi Sude'nin boş avuçlarına baktı. Hiç bir şey göremeyince " Ne getirdin kızım? Ellerinde birşey yok ki! " diye hayretle söylendi.
Sude ısrarla, hala parmağında duran o bir damlacık suyu annesine göstermeye çalışıyordu:
- Şu damlayı görmüyor musun anne? Gölden sana bir avuç su getirecektim. Ama hepsi parmaklarımın arasından akıp gitti. Bir tek bu damlacık kaldı... Ben onu çok sevdim!
Annesi kızının bir anlam veremediği sözlerine çok şaşırmıştı. Endişelenerek elini alnına koydu:
- Güneş mi çarptı seni diyeceğim ama ateşin de yok ki!
Sude " Anne bir şeyim yok benim, ben iyiyim" diye çıkıştı annesine. Annesi "Tamam kızım. Haydi ellerini yıka da yemek yiyelim" deyince Sude "Siz oturun. Ben az sonra geleceğim" diyerek koşmaya başladı.
Anne babasının şaşkın bakışları arasında Sude, dibinde oturdukları ağacın gölgesinden güneşe çıktı. Avcunu açtı, Damla hala oradaydı. Parmağina yapışmış öylece duruyordu. Sude ona gülümsedi. Avucuna konmuş bir uğur böceği gibi ellerini açıp güneşe doğru uzattı. " Uç uç benim güzel su Damlam" diye bir ezgi dökülmeye başladı dudaklarından.
( Devamı ) 02/05/2010--
Damla sevgi ve minnetle bakıyordu Sude'ye. İçi ısınmıştı. Hafiflemeye başladığını hissediyordu.

V. BÖLÜM

Yavaş yavaş kayboluyordu, Sude'nin parmağındaki minik su damlası. Ve yavaş yavaş buharlaşıp görünmezliğe bürünüyor; göğe yükseliyordu Damla!
"Seni hiç unutmayacağım iyi kalpli insan çocuğu. Bu günü minnetle anarak gökyüzünden hep seni seyredeceğim. Ve bir gün, bir yağmur damlası olarak saçlarına konacağım; ismini "su" dan almış güzel kız!.. O zaman beni yine avuçlarına al. Sonra beni tekrar sal; uçup gideyim yine gökyüzüne. Sana yağmur bulutları olayım, umut olayım: Bereket vereyim dünyana..."
Sude'nin nemli elleri güneşin sıcaklığında bir anda kuruyuvermişti. Damla'nın avuçlarında buharlaşıp da havaya karışmasına Sude, en yakın arkadaşından ayrılmışçasına üzüldü. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden, avuçlarına düştü. Bu gözyaşı damlasına bakakaldı birden. O gözyaşında Damla'nın tabiattaki yolculuğunu görüyordu: O minik Damlacık az önce gölde bir suydu ve şimdi buhar olarak gökyüzüne çıkıyordu. Orada bulut olacak, sonra üşüyüp yoğunlaşınca yağmur ya da kar olarak yeniden gelecekti yeryüzüne... Yani Damla yine dönecekti. Damla'nın yerle gök arasındaki yolculuğu hiç bitmeyecekti. Gitse de her zaman yine gelecekti.
Damla'yı özgürlüğüne salıverdiği yerde düşüncelere dalan Sude, ancak annesinin sesiyle kendine gelebildi. Sofrada onu bekliyorlardı. Bidondaki suyla ellerini yıkayıp sofraya oturduğunda, bir su damlasından neden bu kadar etkilendiğini düşündü. Damla'nın kalbine fısıldadığı sözleri bilemiyor fakat hisseediyordu.
Damla atmosferin içinde kaybolmuş şekilde gökyüzüne yükselmeye devam ediyordu. Bulutlara yaklaştıkça belirginleşmeye, beyazlamaya başlamıştı. Sonunda gökyüzünde küçük, beyaz bir bulut oluverdi.
Gökyüzünde tek başınaydı Damla. Etrafta başka hiç bir bulut görünmüyordu. Fakat bu yalnızlığını dert etmedi. Sonra gider, nasıl olsa bulurdu diğer bulutları. Yeryüzüne bakınmaya başladı. Daha şimdiden özlemişti göldeki arkadaşlarını, Sude'yi; onun ellerini... Göle takıldı bakışları. Az önce ayrıldığı barınağında sayısız su damlası ışıl ışıl parlıyorlardı güneş altında. Sanki bir asansöre binmişçesine onların da birer birer gökyüzüne yükselişlerini izledi bir süre. Sonra, piknik alanında gruplar halinde oyunlar oynamakta olan çocuklara bakındı. Hemen fark etmişti Sude'yi, onca çocuk arasından. İki arkadaşıyla güneş altında oynuyorlardı. Bu kızgın ışınların onlara zarar verebileceği endişesiyle hemen güneşin önüne geçti. O minicik haliyle güneşi örtemese de üç çocuğun üzerinde bir gölge oluşturmayı başarmıştı.
Arkadaşlarıyla oyuna dalmış olan Sude üzerlerinde oluşan gölgenin serinliğini fark ettiğinde gökyüzüne bakındı. güneşi perdeleyen minik beyaz bulutu hemen tanımıştı. Sevgiyle "Ah benim minik Damlam! Ne de güzel bir bulutçuk olmuşsun. Beni güneşin ışınlarından koruduğun için teşekkür ederim." diye seslendi.
Damla uzun süre orada, güneşin önünde kalıp Sude'yi izledi.
Güneş tepelerin ardında kaybolmaya başlarken Sude ve ailesi de eve dönmeye hazırlanıyorlardı. Damla için de gitme vakti gelmişti artık. Sude'ye son bir kez özlemle baktıktan sonra kendini rüzgarlara bıraktı.
Bulutsuz, pırıl pırıl gökyüzünde, rüzgarların önünde gezinmeye başlamıştı minik bulut. Tek başına da olsa, aşağıda sürekli değişen renklerle uzayıp giden manzarayı seyretmek ona büyük bir keyif veriyordu. Sararmış ovalar, yemyeşil ormanlar, kahverengi dağlar, masmavi gölller bir film şeridi gibi akıp gidiyordu önünden... Sonra renkler yavaş yavaş soluklaşmaya, kararmaya başladı. Bir süre sonra siyah renk herşeye hakim olmuştu. Güneş ışınlarını yeryüzünden çekince gecenin karanlığı çökmüştü her yere. Güneşin ısısı da kaybolduğundan hava serinlemeye başlamıştı.
Yer gök karanlıklara bürünmüşken sakin bir havada süzülüp gidiyordu Damla. Gece boyunca kendi gibi yalnıız bir kaç bulutla karşılaşmış, onlarla küçük bir grup oluşturmuşlardı.
Damla ve arkadaşı bulutlar hava aydınlandığında büyük bulut kümelerinin yakınlarında olduklarıını fark ettiler. Kısa süre sonra o kümelerin arasına girip onlarla kaynaşmışlardı. Damla o bulutlarıın arasında eski arkadaşlarına rastladı. Gölden ve daha önceki dolaşımlar sırasında tanıdığı arkadaşlarıyla karşılaşmak Damla'yı çok mutlu etmişti. Birbirleriyle uzun uzun hasret giderdiler.
Bulut kümeleri havadan sudan sohbetlerle gökyüzünde gezinirken zaman da akıp gidiyordu. Aradan günler geçmişti. Bu esnada aralarına yeni bulut kümeleri de katılmış, hacimleri büyüdükçe büyümüştü. Yeni gelen bulutlar uzun süredir yağmura dönüşemediklerinden yakınııyorlardı. Aylardır gökyüzünde olduklarını ve artık yağmur olup yere inmek istediklerini söylüyorlardı.

( Devam ) 03/05/2010 ---

Bu yeni gelen bulutların anlattıkları hepsini telaşlandırmıştı. Gerçekten de havalar uzun süredir çok sıcak geçiyordu. Bu durum böyle devam ettiği sürece kendileri de dönüşüm sağlayamazlardı. Çevrede bu kadar çok eski bulutun olması ve onların söyledikleri genç bulutları da karamsarlığa itmişti. Damla'nın bulut olmasının üzerinden henüz çok zaman geçmemişti ama o da duyduklarından kaygılandı. Yeryüzüne dönememelerini düşünmek bile korkunçtu. Göldeki son günleri aklına gelince endişeleri daha bir arttı. Neredeyse iki mevsimi yağışsız geçirmişler, yakıcı güneş de gölü kuruma noktasına getirmişti. Gölden çok daha önce ayrılan arkadaşları da bulut halinde hala buradaydılar.
Buharlaşıp gökyüzüne çıkmak, bulut olup yükseklerde gezinmek güzeldi... Yağmur olup yere inmek, derelere karışmak da güzeldi. Ama asıl güzel olan bu dönüşümdü işte. Bu dönüşüm olmazsa herşey bir kısır döngü olurdu ve hayatın da bir anlamı kalmazdı. Daha doğrusu Dünya'da hayat kalmazdı!
Büyük kümeler halindeki bulutlar gün boyu hafif bir rüzgarla yer değiştirip durdular. Bu arada aralarındaki sohbetler de hararetli tartışmalara dönüşmüştü.
Bulutlardan bazıları hallerinden memnundu. Onlara göre sürekli dönüşerek yerle gök arasındaki bu sonsuz yolculuk çok yorucuydu. Bulut halinde daima gökyüzünde kalmak daha keyifli olabilirdi. Oysa çoğunluk; katı, sıvı ve gaz haline dönüşerek yaptıkları yolculuğun, Dünya için ne kadar hayati önemde olduğunun bilincindeydi. Bu nedenle yeniden suya dönüşebilmelerinin çarelerini aramaları gerektiğini savunuyorlardı.
Bir kısım bulut, bu bulut kümelerinden sürekli ayrı duruyor, tartışmalara da hiç katılmıyorlardı. Etrafa dağılmış şekilde gezinen bu bulutlar hiç birşeyle ilgilenmiyorlardı. Onlar kimyasal bulutlardı ve zaten sorunların kaynağı da onlardı. Fabrika bacalarından, araba egzoslarından, spreylerden, yangınlardan çıkıp gökleri kaplamışlardı. Onlar su bulutları gibi dönüşüm sağlayamadıklarından sürekli gökyüzünde kalıyor, hava kirliliğine sebep oluyorlardı. Bu kimyasal gazlar sera etkisi yaratarak Dünya'nın daha fazla ısınmasını sağlıyorlardı. İnsanlar bu kimyasal bulutları gökyüzüne salmaya devam ettikleri sürece, kendilerinin de suya dönüşümleri her geçen zaman daha da zorlaşacaktı.
Bulut kümeleri uzun süren tartışmaların sonucunda ortak bir karara varabilmişlerdi. Kimyasal bulutları da yanlarına alarak kuzeye, soğuk ülkelere gideceklerdi. Oralarda yağmur ya da kara dönüşürken kimyasal bulutları da sarmalayıp yere indireceklerdi. Böylece hava zararlı gazlardan temizlenir, aşırı ısınma önlenir ve yağışlar yeniden başlayabilirdi.... Planlarını yapan bulut kümleri kuzeye esecek bir rüzgar beklemeye başladıllar.
Damla alınan bu kararı destekliyor ancak bir taraftan da çok üzülüyordu. Sude'nin yaşadığı bu topraklardan çok uzaklara gideceklerdi. O uzak ülkelerde yabancı topraklara düşecek, Sudesine yağmur olamayacaktı!
Bir süre sonra bekledikleri rüzgar esmiş, bulutlları kuzeye doğru sürüklemeye başlamıştı.
Damla bulut kümelerinin arasında kuzeye doğru süzülürken hüzünle aşağıda akıp geçen yeryüzüne bakıyordu. Sude'nin yaşam alanı olan bu topraklardan uzaklaşmak çok hüzün vericiydi onun için. Fakat birgün nasıl olsa yineden dönecekti buralara. Dağ dağa kavuşamazdı ama bir su damlası her yere ve herkese kavuşabilirdi. Yeter ki sabretsin, beklemesini bilsin: Bir gün buralarda yağmurlar yeniden başladığında; gökyüzünden süzülerek gelip konabilirdi saçlarına, iyi kalpli Sudesinin!

( Devamı) 4/05/2010 --

Zaman zaman dinip bazen sertleşen rüzgarlarla günler ve geceler boyunca kuzeye sürüklendiler. Böylece geçen bir kaç günün sonrasında soğuk iklimlere ulaşmışlardı..
Aylar, hatta mevsimler sonra soğuğu hissetmeleri çok heyecan vericiydi. Şimdi artık yeniden dönüşüm zamanıydı. Soğukla birlikte, vücutlarındaki değişimi hissetmeye başlamışlardı bile.
Bulutlar serin havanın etkisiyle yoğunlaşıyor; hal değişimini tamamlayanlar yeniden su damlalarına dönüşerek yeryüzüne doğru süzülmeye başlıyorlardı. Şimşekler çakıp sevinçle gürleyen bulutlar şiddetli bir yağmur oluşturmuşlardı. Bu arada her yağmur damlası kendiyle birlikte bir kimyasal bulut parçasını da yeryüzüne çekiyordu...
Saatlerce süren yağmur sona erdiğinde gökte tek bir bulut dahi kalmamıştı. Zararlı gazların oluşturduğu diğer bulutlar da yere indirilmiş, böylece hava da temizlenmişti.

VI. BÖLÜM

Tabiatta yeşilin yok olduğu, tüm bitkilerin sararıp solduğu günlerde Sude; bir sabah yağmurun sesiyle uyandı. Heyecanla yatağından doğrularak pencereye koştu. Bir süre pencereden yağmurun yağışını seyreden Sude dayanamayarak, sevinç içinde bahçeye çıktı... Sonunda, biraz da mevsimin sonbahara dönmesiyle yağmurlar başlamıştı. Sude mevsimler sonra yağan bu ilk yağmuru, bir bayram coşkusuyla bahçede karşıladı. Gökten düşen her yağmur tanesini avuçlarında, saçlarında tutabilmek için koşturup durdu.
( Devamı ) 06/05/2010 --

...Her bir su zerresini, belki de kendinin minik Damlasıdır diye düşünerek avuçlarında saklamak istiyordu. Ve aynı anda, bir su damlasına duyduğu sevgi ve hasretini, bir şarkının sözleri gibi mırıldanmaya başladı:
"Her yağmur zerresini
Avucumda sakladım,
Belki sensin gökten düşen
Diyerek ben.
Bir beyaz bulut oldun,
Göklerde kayboldun.
Yağmurlarda ararım,
Seni ben;
Yine dünyama gelsen!
Yine yağmurlar yağacak.
Ve her yağmur yağdığında,
Avucumda, yüreğimde;
Seni bulacağım ben!
Sude o günden sonra her yağışta, pencerelerin ardından yağmurların yağışını seyretti. Damlasının bir yerlerde, dünyasına geldiğini bilmek onu mutlu ediyordu. Sude için artık her bir yağmur damlası, onun minik Damlasıydı! Yağmur yağdığında bahçede, pencere ya da balkondan ellerini uzatıp, avucunda biriken damlalarla yüzünü ıslatıyor, böylelikle de Damlasına hasretini gideriyordu. Bunu yapmayı çok seviyordu. Yağmurlu günleri, yağmurları çok seviyordu. Biliyordu ki toprağa düşen her damla bir canlıya hayat veriyordu.
Bir insan olarak Sude o kurak günlerde de içecek, kullanacak su bulabilmişti. Ya diğer canlılar?.. Kırlarda, ormanlardaki sayısız bitki; sokaklar, dağlardaki sayısız hayvan... Ve hatta su kaynakları olmayan bölgelerdeki insanlar... Yağmurların yağmadığı; derelerin, göllerin kuruduğu aylar boyunca onlar susuz ne yapmışlardı?
Aslında bu soruların cevabı belliydi. Su olmadan hiç bir canlı yaşayamazdı ki! Çok acı ama onlar da yaşayamamıştı büyük olasılıkla. Kim bilir, belki de büyük zorluklarla bu yağmur mevsimine çıkarabilmişlerdi kendilerini. Fakat öyle de olsa, daha kaç kuraklıkta başarabileceklerdi ki hayatta kalabilmeyi!
Şimdi sonbahardı ve tabiat varlıkları bir süre suya doyacaktı. Şu da bir gerçekti ki artık bu coğrafyada yağmur mevsimlerinde dahi fazla yağış olmuyordu. Toprak suya doymuyor, barajlar dolmuyordu. Üstelik küresel ısınmaya bağlı olarak her geçen yıl susuzluğun daha da artacağı söyleniyordu.
Canlıların çekmekte olduğu su yoksunluğu Sude'yi çok üzüyordu. Fakat üzülmekten başka şeyler de yapmalıydı!
"Bir çocuk halimle ne yapabilir, neyi değiştirebilirim ki!" diye düşündüğünde Damla aklına geldi. O minicik su damlası yere her düştüğünde bir canlıya hayat veriyordu. Büyüklerin dediği gibi "Damlaya damlaya göl oluyordu!" Ve o göllerdeki her damla yaşam için çok önemliydi.
Madem ki minik Damlası yerle gök arasında sürekli dolaşarak böylesine hayati bir şey yapıyordu; her insan da gücü ölçüsünde doğaya katkıda bulunabilirdi!
İnsanlar çevrelerindeki hava, su ve toprağı kirletmeseler; korusalar... Gıda artıklarını çöpe atmayıp sokak hayvanlarına verseler... Yine onlar için dışarıya bir kapla su koysalar... Ormanları korumak için, özellikle de atık kağıtların geri dönüşümünü sağlasalar... Su, elektrik gibi kaynakları israf etmeseler... Herkes bu duyarlılıkları gösterse ne açlık kalırdı Dünya'da, ne de susuzluk.
Bunları yapmak hiç de zor değildi. Üstelik bunlar Dünyamız için hiç de az şeyler değildi.
Bu düşüncelerini okuldaki arkadaşlarıyla da paylaşmaya ve uygulamaya karar veren Sude, yüreğinde coşkun bir sevinç, mutluluk hissetti. Biliyordu ki çevresinde gördüğü can taşıyan her şey, aslında bir damla suyun eseriydi. Ve doğaya yapacağı her katkı da onu Damlasına yaklaştıracaktı.

----- S O N -----

06/05/2010

Fikri Tırpan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder