22 Mayıs 2010 Cumartesi

HANİ BİRLİKTE BÜYÜYECEKTİK!

Otobüsler okulun önüne çoktan gelmişti. Öğrenciler heyecanla otobüslerin etrafında sıraya dizilmiş, kapıların açılmasını bekliyorlardı. Rengarenk giysileriyle sokağı adeta bir bayram yerine çevirmişlerdi. Çocuklardan bazıları sakin bir şekilde, yanında getirdiği piknik çantasından bir şeyler atıştırırken kimileri de ön sıralarda yer kapma telaşındaydı.
Hareket vakti geldiğinde öğretmenler, çocukları otobüslere almadan evvel sayım yapmaya başlamışlardı. Sayımın sonunda bir öğrencinin eksik olduğunu anlayan 4’üncü sınıf öğretmeni yüksek bir sesle sordu:
- Çocuklar bir kişi eksiksiniz. Hangi arkadaşınızın olmadığını söyleyebilir misiniz?
Çocuklar etraflarına bakındılar. Herkes birbirine soruyor ama hangi arkadaşlarının aralarında olmadığını bir türlü tespit edemiyorlardı. Bunun üzerine öğretmenleri sessiz olmalarını söyleyip, elindeki listeden isim yoklaması yapmaya başladı.
Yoklama sonunda Gülsena’nın olmadığı anlaşılmıştı. Oysa Gülsena sınıfın en çalışkan, en terbiyeli… Kısacası böyle bir geziyi en çok hak eden öğrencilerden biriydi. Üstelik öğretmen bir ara Gülsena’yı otobüslerin etrafında görmüştü. Bu nedenle bir süre daha beklemeye karar verdi. Otobüsün kapılarını açtırıp öğrencileri otobüslere bindiren öğretmen şoförle konuşarak aracın kalkışını bir müddet geciktirdi.
Diğer otobüsler gitmiş, okulun önünde sadece 4’üncü sınıfların otobüsü kalmıştı. Uzun süre otobüsün içinde beklemekten sıkılan çocuklar söylenmeye, yerlerinden kalkarak yaramazlıklar yapmaya başlamışlardı. Zaten bir hayli gecikilmişti ve Gülsena’nın da geleceği yoktu.
Çocukların sabırsızlıklarının arttığını gören öğretmen otobüsten aşağı inerek çevreye bakındı. Sabahın bu erken saatlerinde etrafta kimsecikler görünmüyordu. Aracın kalkışını daha fazla geciktiremezdi. Tekrar otobüse bindi. Öğrenciler koridorlarda koşuşturmaya, bağrışmaya başlamışlardı. Onları yerlerine oturtup, şoföre hareket etmesini söyledi. Zaten çoktandır çalışmakta olan araç gitmeye hazırdı. Otobüs okulun önünden ağır ağır hareket ederken araçtan sevinç çığlıkları yankılanıyordu. Sabırsızlık ve sıkıntının yerini neşeli kahkahalar almıştı.
Otobüs henüz okulun olduğu sokağın sonuna gelmiş, caddeye çıkmak üzere yavaşlamıştı. O anda Ezgi aniden yerinden kalkarak öne doğru koşmaya başladı. Bir yandan da heyecanla bağırıyordu:
- Öğretmenim arabayı durdurun, Gülsena'yı gördüm! Arabanın arkasından bize doğru koşuyor.
Gürültülü otobüsün içinde öğretmen, Ezgi'nin ne dediğini anlamaya çalışırken şoför aracı durdurmuştu bile. Dikiz aynasından, bir kız çocuğunun kendilerine doğru koşmakta olduğunu gören şoför aracı durdurup kapıyı da açınca öğretmen hemen aşağı indi. Gerçekten de koşarak gelmekte olan Gülsena'dan başkası değildi. Nefes nefese kalmıştı.
Gülsena'nın da binmesiyle otobüs yeniden hareket etti. Ezgi'nin yanına oturan Gülsena, bu çok istediği geziye son anda da olsa yetişebildiği için çok mutluydu. Onun gelebilmesi en çok Ezgi'yi sevindirmişti. Ezgi yanına kimseyi oturtmamış, en iyi arkadaşına yer ayırmıştı. Gülsena gelemese bu geziden hiç zevk alamayacaktı.
Biraz geç kalmışlardı ama sonunda her şey yoluna girmişti. Bir süre sonra öğretmen Gülsena'nın yanına gelerek sordu:
- Barbi, ben seni bir ara otobüslerin yanında görmüştüm. Yanılıyor muyum?
Öğretmen Gülsena'ya "Barbi" adını takmıştı. Onun o sanat eseri gibi saçları, davranışları ve çalışkanlığıyla örnek bir öğrenci olmasından dolayı bu adı verdiğini söylerdi.
Barbi ürkek bir sesle:
- Hayır yanılmıyorsunuz öğretmenim. Ben erkenden gelmiştim. Sonra... Sonra bir şey unuttuğumu fark edince tekrar eve gittim.
Öğretmen merakla sordu:
- Neymiş bu, o kadar önemli olan şey?
(Devamı Yarın )
Barbi elinde özenle tuttuğu, gazete kağıdına sarılı küçük bir saksıyı göstererek:
- İşte bu öğretmenim!
Saksıda cılız ama bakımlı bir çam fidanı vardı. Öğretmen hayretle:
- Kızım ne bu? Bunun için mi koşturdun öyle sabahın köründe? Arkadaşlarını da beklettin!.. Ne yapacaksın bu fidanı?
- Sizi geciktirmemden dolayı özür dilerim öğretmenim ama bu çam fidanı benim için çok önemliydi! Onu ormana ekeceğim.
Öğretmen saksıyı eline aldı. Biraz inceledikten sonra:.
- Barbicim, fidanın çok güzelmiş ama onu getirmene gerek yoktu ki. Ben size söylememiş miydim, orman alanında dikmeniz için hepinize fidan verilecek diye!
GÜLSENA: Söylemiştiniz öğretmenim fakat ben bu fidanımı ormana dikmek istiyorum. Hatırlarsanız, bu çam fidanını geçen yıl doğum günümde siz bana hediye etmiştiniz.
ÖĞRETMEN: Hatırlıyorum elbette. Demek bu fidan, o fidan! Aferin, kurutmamışsın ve çok da iyi bakmışsın.
GÜLSENA: Kurutur muyum hiç öğretmenim! O benim hayatımda aldığım en güzel hediyeydi... Peki öğretmenim şunu da hatırlıyor musunuz: Bir gün Türkçe dersinde “bülbülü altın kafese koymuşlar; o, ille de vatanım demiş” sözünü açıklıyorduk…
Öğretmen duygulanarak Barbi’nin yanına oturdu. Ona sarılarak:
ÖĞRETMEN: Evet! O gün neler söylediğimi çok iyi hatırlıyorum. Demiştim ki:
“Her canlının bir doğal yaşam alanı vardır. Yerin altı, denizin dibi… Göller, akarsular, bataklık bölgeler, bozkırlar, ormanlar, dağ başları… Ekvator sıcakları, kutup soğukları… Her canlı, türünün özelliklerine en uygun şartları sunan; barınacağı, korunacağı, besleneceği, büyüyeceği ve çoğalabileceği bölgeleri seçerler. Yaşamlarını da buralarda sürdürürler. Eğer biz insanlar onların, o doğal ortamlarını yok edersek yaşayamazlar. Ya da onlardan bazılarını doğal ortamlarından alıp da kafeslere, akvaryumlara koyarsak sağlıklı gelişemez, asla mutlu olamazlar!
Ezgi de Barbi’yle öğretmen arasındaki konuşmaları ilgiyle dinliyordu. Gülerek:
EZGİ: İyi de öğretmenim; bu anlattıklarınızla saksının ne alakası var?
ÖĞRETMEN: O gördüğün saksının içinde bir yavru çam var Ezgi hanım; senin gibi bir yavru! Çam bir bitki, bitkiler de canlı olduğuna göre; çam bir canlıdır. Bu bir mantık önermesi ve saksının konumuzla alakalı olduğunu ispatlıyor…
Öğretmen Ezgi’nin saçını okşayarak devam etti:
ÖĞRETMEN: Bir kuşu kafeste, balığı akvaryumda tutmak ne kadar insafsızlıksa, bir ağacı saksıya mahkum etmek de o kadar acımasızlıktır. Bitkiler doğal ortamlarında köklerini toprağın derinliklerine; mineral, besin ve suyun olduğu kısımlara uzatır. Büyümesi, gelişmesi, meyve vermesi ve neslini devam ettirebilmesi için bu gereklidir. Saksıda bunu yapamayacağı için gelişemez. Özgürlüğünü kaybetmiş bir insan gibi sağlıksız ve mutsuz olur.
GÜLSENA: İşte ben de o yüzden, şimdi bu fidanı ormana; ailesinin yanına götürüyorum. Çünkü sizin bana bu fidanı hediye ettiğiniz gün ona; “seninle birlikte büyüyeceğiz” diye söz vermiştim!
Ezgi yine gülerek:
EZGİ: Barbi yaptın yine yapacağını! Bir bitkiyle konuşarak bu öyküyü fabl türüne çevirdin.
GÜLSENA: Hiç de komik değil Ezgi. Ben bugün bu çamı ormana diktiğimde, ona verdiğim sözü tutmuş olacağım. Ve eminim o da ormanda çok daha sağlıklı ve mutlu bir şekilde büyüyecektir.
Öğretmen Gülsena’yı beklemekle ne kadar doğru bir şey yaptığını düşündü bir an. Ona sevgiyle bakarak:
ÖĞRETMEN: Haklısın kızım. Sen bu minik çam fidanını ormana diktiğinde onu özgürlüğüne, vatanına, ailesine kavuşturmuş olacaksın. Ve böylelikle de eşit şartlarda, birlikte büyüyebileceksiniz!
Gülsena kucağındaki fidanı bir mücevher gibi sarmalarken öğretmen de ön tarafa, şoförün yanına gitti… O sırada çocuklar neşeyle şarkılar söylemeye, yolculuğun keyfini çıkarmaya başlamışlardı bile.
Bu geziyi okul ve bir çevre örgütü birlikte düzenlemişti.
Son yıllarda yaz aylarında sık sık orman yangınları çıkıyordu. Bu yangınlarda yurdun her tarafındaki ormanlarımız yok oluyor; ağaçlar, orman hayvanları ve hatta ormanlara yakın köyler yanıp kül oluyordu.
Gülsena bu tür haberler duyduğunda çok üzülüyordu. Çünkü orman ağaç demek, oksijen demek, bin bir türlü hayvan demek, yağmur demek… Kısaca “hayat” demekti. Ayrıca ormanlar topraklarımızı erozyondan da koruyordu. Zaten gezinin amacı da buydu: Yurdumuzu ağaçlandırmak, yok olan ormanlık alanlarımızı yeniden ormanlara dönüştürmek, verimli topraklarımızı seller ve rüzgarların sürüklemesine engel olmak! Gülsena için bu geziyi değerli kılan da bunlardı zaten.
Doğaya olan sevgi ve ilgisini her fırsatta gösteren Gülsena, çevresindeki yeşil alanlara küçük de olsa bir katkı yapabilmek için çaba sarf ederdi. Yediği hiçbir meyvenin çekirdeğini çöpe atmaz, onları çevredeki uygun yerlere gömerdi. Bu alışkanlığını sınıf arkadaşlarına da yaymış, hep beraber okul bahçesini çekirdek tarlasına çevirmişlerdi. Beslenmede yedikleri meyvelerin çekirdeklerinin dışında, evden getirdikleri kuru bakliyat tanelerini de düzenli şekilde ekmişlerdi. Yağmurun yağmadığı dönemlerde su şişeleriyle suladıkları tohumlar baharın geldiği bu günlerde filizlenmiş, okul bahçesini sebze tarlasına çevirmişti.
Gülsena ayrıca bir grup arkadaşıyla okul müdüründen izin alarak giriş kapısındaki güllerin bakım ve korumasını da üstlenmişlerdi. Her teneffüs koşturarak gider, bu gülleri haylaz çocukların vereceği zararlardan korumaya çalışırlardı.

( Devamı yarın ) 25/05/2010

NOT : Sınav dönemi olması nedeniyle öyküye bir hafta sonra devam edeceğim. Mazeretimi anlayışla karşılayacağınızı umar, bu dönemde sizlerin de derslere yoğunlaşmanızı tavsiye ederim... See you later!

AFEDERSİNİZ!.. Çok uzun bir"Devamı Yarın!" oldu bu! Ağustos Böceği gibi yazı rehavetle geçirdim. Kışın, "Karıncalara" muhtaç olmam umarım!

 - - - - DEVAM - - - 18.08.2010, Antalya

Bu gezi tam da Gülsena’nın istediği şeydi. Doğaya olan duyarlılığı, bu geziyle ayrı bir anlam kazanacaktı. Sonunda gerçek bir doğal yaşam ortamına; bir ormana katkıda bulunabilecekti ve bu onu çok heyecanlandırıyordu. Yolculuk uzadıkça heyecanını, elindeki çam fidanına sarılarak bastırmaya çalışıyor, coşkuyla şarkılar söyleyen arkadaşlarına da eşlik ediyordu.
Yola çıkalı iki saati geçmişti. Şehrin kalabalığı, beton yığınları yerini yeşil kırlara, ağaçlı tepelere bırakmıştı. Bu manzarada bir müddet daha gittikten sonra otobüsler anayolu terk etmiş, toprak bir yola sapmışlardı. Buralarda, yol boyunca kararmış seyrek ağaçlar görülüyordu. Belli ki zaman- zaman çıkan yangınların izleriydi bunlar. Bu ortamda kısa bir süre daha ilerledikten sonra otobüsler yolun dışına, araziye çıkarak durdular. Öğretmenleri mikrofonla, burada kısa süreli bir piknik yapacaklarını; daha sonra ekim alanına yürüyerek gideceklerini söyledi.Bunun üzerine otobüsün kapıları açıldı. Öğrenciler sevinç çığlıkları atarak bir anda araçları boşaltmaya başladılar.
Gezinin sabah erken saatlerde başlaması nedeniyle çocukların çoğu henüz kahvaltı yapmamış olmalıydılar. Otobüslerden aceleyle inen öğrenciler etrafta koşturarak uygun yerler arıyor, sonra da gruplar halinde oturuyorlardı. Kısa süre içinde her biri, yanlarında getirdikleri örtüleri çimenlerin üzerine sermiş, yiyeceklerini çıkararak yemeye başlamışlardı. Yiyeceklerini kendi aralarında paylaşıyor, aynı zamanda öğretmenlerine ve şoförlere de ikram ediyorlardı.
Açık havada, neşe içinde yapılan kahvaltının ardından yiyeceklerini bitiren gruplar örtülerini topluyor, oluşturdukları çöpleri poşetlerde biriktiriyor sonra da etrafa dağılıp oynamaya başlıyorlardı… Gitme vaktinin geldiğini anlayan öğretmenler çocukları toparlayıp sıraya soktular. Gruptan ayrılmamaları, aksi halde kaybolabilecekleri uyarıları yapıldıktan sonra boş arazide yürüyüşe başladılar. Şoförler otobüslerle kamp yerinde kalmışlardı.
Etrafta çalı- çırpıdan başka bir şey yoktu. Geçmiş yangınların izlerini taşıyan kararmış ağaç kalıntıları göze çarpıyordu. Şarkılar söyleyerek neşe içinde yol alan grup, küçük bir tepeyi aştıklarında gördükleri manzara karşısında sevinç çığlıkları attılar. Karşılarında göz alabildiğine uzanan koca bir orman görünüyordu. Orada kısa bir dinlenme molası verildi. Bu eşsiz manzarayı doyasıya seyrederlerken öğretmenleri de onlara, burayla ilgili bilgiler veriyordu.
Bu çam ormanında kestane, ıhlamur ve çeşitli yabani meyve ağaçları da bulunuyormuş. Kentin bu en büyük ormanı, eskiden çok daha büyük alanları kaplarmış. Çıkan yangınlar ve son zamanlarda şehrin hızla büyümesiyle her geçen yıl daha da küçülmeye başlamış. Bu gibi yerler koruma altına alınmaz ve yeni ağaçlandırma çalışmaları yapılmazsa zamanla yok olup gidermiş. Şu haliyle bile binlerce tür yaban hayvanına yaşam alanı oluşturuyormuş…
Öğretmenleri, bu ormanda hala geyiklerin bile yaşadığını söylediğinde çocukların heyecanı görülmeye değerdi! Aniden ayağa kalkıp “haydi, gidelim!” diye hep birlikte coşkuyla bağırıştılar. Henüz oldukça uzakta görülen ormanın ilk ağaçlarına doğru koşuşturmaya başlayan çocuklara, öğretmenleri ayak uydurmakta zorlanıyorlardı.
Grup bir süre sonra orman sınırına ulaşmıştı. İlk ağaçların gölgesine örtüler serip, yanlarında getirdikleri malzemeleri buralara bıraktılar. Öğretmenler ve çevre örgütünden gelen işçiler oturup, termoslarla getirilen çaylarını içerlerken çocuklar da koşuşturup oynamaya başlamışlardı. Öğretmenler sık- sık onları, ormanın içlerine girmemeleri konusunda uyarıyorlardı… Yol yorgunluğu atıldığında işçiler kazma ve küreklerini alarak çevrede çukurlar açmaya başladılar.
Ormanın sınırındaki açıklık alanda, düzenli bir sırayla çukurlar açılırken öğretmenler de çocukları küçük gruplara ayırarak çevreyi gezdiriyorlardı. Gülsena ve Ezgi de sınıf arkadaşlarıyla; öğretmenlerinin refakatinde gezintiye çıktılar. Yeterince fidan çukuru açılıncaya kadar orada durmalarının bir anlamı yoktu. Ormanda bir keşif gezisi yapmak için yeterince zamanları olduğunu düşünen öğretmenleri, öğrencileri ormanın içlerine yönlendirdi. Diğer gruplar da ağaçların arasında gözden kaybolmuşlardı zaten. Öğrenciler buraya, ormana katkı yapmak için gelmişlerdi. Ormanın içinde yapacakları kısa bir geziyle ormanı bizzat gözlemleyecek; nasıl bir yer olduğunu daha iyi kavrayacaklardı. Bu sayede de ormana karşı daha bilinçli ve daha duyarlı olabileceklerdi.
Gülsena ve arkadaşları sık ağaçların arasında ilerlerken öğretmenleri de sürekli uyarılar yapıyordu. Gruptan birinin eksildiğini fark ederlerse hemen öğretmenlerine söyleyeceklerdi. Grubu kaybeden ise olduğu yerde kalacak, seslenerek kendisini bulmalarını bekleyecekti. Bu tür gezilerdeki en büyük risk buydu ve öğretmenleri bu tür bir durumun başlarına gelmemesi için çok dikkat ediyordu.
Orman göz alabildiğine uzanıyordu. Çam ağaçlarından dökülen iğne yapraklar orman zeminini kaplamış, ayaklarının altında yumuşacık bir örtü oluşturmuştu. Fakat yeri kaplayan bu sık yaprak örtüsü, başka hiçbir bitkinin yetişmesine de olanak vermiyordu. Her taraf sık çam ağaçlarıyla kaplıydı. O kadar sık ve uzundular ki çoğu yerde gökyüzü bile görünmüyordu. Bir bitki tohumu filizlenerek, yerdeki yoğun yaprak örtüsünün arasından çıkabilmeyi başarsa dahi, günışığı göremediği için gelişemiyor, büyüyemiyor, sonra da yok oluyordu!
Bu ıssız orman Gülsena’yı korkutmaya başlamıştı. Tabii bunu, alay ederler diye kimseye söyleyemiyordu. Ezgi’nin elini sıkı sıkıya tutuyor, ayrıca öğretmene yakın yürümeye gayret ediyordu.
Ormanda bir hayli yol almışlardı ama henüz hiçbir hayvana rastlamamışlardı! Oysa orman deyince insanın aklına ayı, kurt, aslan, kaplan ve daha yüzlerce hayvan gelirdi. Tabi bizim ülkemizdeki ormanlarda aslan, kaplan olmazdı da diğer hayvanlar niye yoktu? Gülsena bunu öğretmenine sorduğunda öğretmen bunun normal olduğunu söyledi. Yaptıkları ses ve gürültü nedeniyle hayvanlar bir yerlere kaçmış hatta saklanıyor olmalıydılar. Üstelik hayvanların çoğu avlanmaya gece çıkarlarmış. “Fakat bir kuş dahi yok! Bu garip değil mi öğretmenim?” diye Ezgi de ısrar ederken gruptan bazıları heyecanla bağırmaya başlamıştı: “Geyik! Orda bir geyik var!” Herkes bir anda çocukların işaret ettiği tarafa bakmaya başlamıştı. Bir şey görünmüyordu fakat çocuklar ısrarla gördüklerini söylüyordu. Dikkatli bir şekilde o yöne doğru yürümeye başladılar. Geyik ya da başka bir hayvan yoktu. Fakat biraz ileride farklı ağaçlardan oluşan yemyeşil bir alan görülüyordu. Orman burada çehre değiştiriyor, daha hoş bir hal alıyordu.
Ormanın içine girdiklerinden beri bir patika yolu, hiçbir yere sapmadan takip etmişlerdi. O yüzden, kamp yerini bulamama gibi bir sorun olamazdı. “On- yirmi dakika da orada oyalanıp dönüşe geçeriz” diye düşündü öğretmenleri. Heyecanla, o farklı ağaç topluluğuna doğru yürümeye başladılar.
Onlar gelirken pek çok kuş havalandı ağaçlardan. Yerler yemyeşildi ve çiçeklerle doluydu. Kestane, kuşburnu, yaban armudu ve daha bir sürü geniş yapraklı ağaçların iç içe geçtiği cennet gibi bir yerdi burası. Ağaçların ardında büyükçe bir göl vardı. Gölün kenarlarında bataklıklar olabileceği düşüncesi öğretmeni tedirgin etmişti.
ÖĞRETMEN : Çocuklar, şimdi hepiniz benim arkamda tek sıra oluyorsunuz ve o vaziyette yürüyoruz! Anlaşıldı mı?
Çocuklar buna bir anlam verememişlerdi. Şaşkınca “ama neden?” diye sordular.
ÖĞRETMEN : Çünkü burada bir göl var. Bildiğiniz gibi, göller durgun sulardır. Ve bu tür ortamlarda bataklıklar, su içmeye gelen vahşi hayvanlar olabilir. O yüzden herkes beni takip edecek ve birbirine tutunarak yürüyecek.
Her ne kadar ormanda onları da görmeyi umuyor olsalar da “vahşi hayvanlar”söylemi çocukları ürkütmüştü. Hemen öğretmenlerinin dediğini yaptılar. Düzenli bir sıra olup, temkinli adımlarla su kenarında yürümeye başladılar.
Burası yemyeşil, daha önce hiç görmedikleri çiçekler, çalılar ve yabani meyvelerle dolu harika bir yerdi. Grup ilerledikçe yüksek otların arasından bir şeyler kaçışıyordu. Kaplumbağa, tavşan, martılar ve karabataklar… Görebildikleri bunlardı. Ya göremedikleri! Buralarda sürüngenler, akrepler ve zehirli örümcekler de vardı kuşkusuz. Çocukların başına kötü bir şey gelebileceği düşüncesiyle irkilen öğretmen dönmeye karar verdi. Zaten gölet kenarının bir kısmını gezmiş, bir sürü de armut, erik ve böğürtlen toplamışlardı. Saate baktığında bir hayli gecikmiş olduklarını da fark eden öğretmen telaşla “Haydi çocuklar, dönüyoruz” diye seslendi.
Gölet kenarını terk ederek yeniden çam ağaçlarının arasına dalan grup, seri adımlarla kamp yerine doğru yürümeye devam etti. Orman sonsuz ve ürkütücü görünüyordu. Gelirken bu patika yola dikkat etmeseler, burada kaybolup giderlerdi.
Ormanda uzunca bir süre yolculuğun ardından kamp yerine ulaştıklarında diğer gruplar da dönmüş, öğle yemeği yemekteydiler. Etrafta sayısız çukur açılmış, işçiler de yemek molası vermişlerdi. Bir hayli yorulmuş ve acıkmış olan Gülsena ve arkadaşları da yemeklerini yemeye hazırlanırlarken öğretmen, diğer öğretmenlerin olduğu sofraya gitmişti.
Yemeklerini bitiren çocuklar bir araya gelerek orman gezintilerinde gördüklerini birbirlerine anlatırlarken işçiler de işlerini bitirmişlerdi. Ekim zamanı gelmişti artık.

- - - - - Devam edecek - - -

9 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. öyküleri okumaya bayılıyorum.

    YanıtlaSil
  3. Öğretmenim neden öyküye devam etmiyorsunuz

    YanıtlaSil
  4. Öğretmenim sizi çoook özledim.Umarım tatiliniz
    iyi geçiyordur.Hikayenize ne zaman devam edeceksiniz?Çok merak ediyorum hikayenin devamını...İyi tatiller

    YanıtlaSil
  5. Selam Barbicim! Sitemi ben dahil herkes unuttu sanırım. İzleyici sayım ve ziyaretçi sayacı yerinde sayıyor. Böyle olunca da sitemle ben bile ilgilenmez oldum! Harici yoğunluklarım yüzünden de yazamıyorum aslında. Fakat en kısa zamanda senin öyküne yeniden başlayacağım. Söz! Hikayenin devamını nasıl getireceğimi ben de çok merak ediyorum doğrusu. Bu konuda bir önerin olursa bana yaz. Yardımına açığım! Beni izlemeye devam et. Ben de seni çok özledim. İyi tatiller

    YanıtlaSil
  6. Öğretmenim aklıma bir şey gelince hemen size söyLerim.. Ve ayrıca öğretmenim arkadaşlarım girmiyor olabilir ama öğretmenim sitenize hergün giren bir kişi var o da benim :)

    YanıtlaSil
  7. Sağol Barbicim. Beni izlemeye devam et. Beni mutlu edersin. Ben de son günlerde yeniden yazmaya başladım. Onların bir kısmını yayınlıyorum. Umarım beğenirsin. Öyküde "Final" yaklaşıyor! Bakalım nasıl bitecek?
    iyi tatiller.

    YanıtlaSil
  8. öğretmanim rüyamda sizi gördüm

    YanıtlaSil
  9. Öğretmenim, hikayenin sonunu dörtgözle merak ediyorum. Öğretmenim annem de hikayenizi okuyor.
    Öğretmenim tatilin bitmesini biran önce istiyorum ve sizi çok seviyorum..

    YanıtlaSil